Mazhar Fuat Özkan - Yalnızlar Garı (1987)
Gondor'daki bir takım adamlar da "Eskiden böyle miydi? Biz ne güzel Barış Manço ve MFÖ dinlerdik.. İyice ağır adamsan Cem Karaca veya Erkin Koray dinlemen lazım. Ne zaman ki Yonca Evcimik 'Abone'yi söyledi, Türk pop müziğinde işler zıvanadan çıktı!" diyorlarmış gibi düşünelim.. Orada da mesela benim gibi Eskilerin Herifi diye bir arkadaşımız da Türkçe şarkıların sözlerini Gondorca'ya çevirip bu laflarda derin manalar buluyor olsun.
Farzedin bu arkadaşımıza mailler falan geliyormuş "Ne olur Çelik'in 'Cicili Bicili Kız' şarkısını da irdelesene.. Ben bayılıyorum o şarkıdaki derin anlamlara.. Herkesin kızı cicili olur, bu üstelik biciliymiş baksana... Bici nedir sahi?" Hayal bu ya, Orta Dünya Teknik Üniversitesi (ODTÜ) mail grubundan bazıları da buna taş atıyormuş diyelim: "Barış Manço'nun 'Anlıyorsun Değil mi?' şarkısında 'Bir resmin kalmış bende tam ortadan yırtılmış hani siyah kazaklı' kısmını da yanlış çevirmişsin! Ortadan yırtılan şey resim değil, siyah kazak.. Üstelik de siyah kazaklı olan kız değil, bizzat resim..." dermiş mesela. Evet, mizanseni kurduk. Devam edelim öyleyse.. Huzurlarınızda ben Gondor'lu Eskilerin Herifi, bu sefer de MFÖ'nün Yalnızlar Garı şarkısını Gondorca'ya çevirip irdeliyoruz.
Fakat işin aslı bir sonraki dizede gizli: Dervişlerin geceler boyunca devran ettiği gibi mistik bir anlam yüklenmiş ki, buradaki rütbe kelimesi 'tasavvuftaki' rütbeye işaret ediyor olmalı. Bu şarkının yapıldığı yıllarda Mazhar Alanson'un 'tasavvuf' takıntısı vardı. Nitekim bu durum 'Sufi', 'Adımız Miskindir Bizim' şarkılarında iyice göze batar haldedir. Burada ila mistik göndermeler arayacaksak:
Burada kendisine 'toy bir mevta' derken neyi kastettiğini anlayan beri gelsin.
Veya düşünebilirsiniz ki Mazhar'ın vardığı bu yeni boyutta kelimeler yalnızca birer varsayımdır, yani bildiğimiz anlamdaki gerçeklikten kopmuş olduğunu hissediyor. Bu kuplenin son dizesi önce bize bir açıklama yapıyor:
Ana gibi yar olmaz. Hanımlar, kocalarınızı veya sevgililerinizi ne kadar el üstünde tutarsanız tutun, annesinin yerini alamazsınız, haberiniz olsun. Bu yüzden de bir erkek çocuk doğurup dünyada hiç olmazsa 'bir' erkeğin en önem verdiği kadın olmak istersiniz. Ama heyhat, yarın el kızı gelir oğlunuzu sizden soğutur. Kadın olmak da zor zenaattir netekim. Farkındaysanız, gelin-kaynana çekişmesinin felsefi temelini de irdelemiş olduk iki arada bir derede.
O son kuplenin yaptığı açıklamadan başka, ortaya koyduğu bir de soru var:
Bir rivayete göre Mazhar annesinin özlemi içinde yalnız başına uzun bir yolculuğa çıkmak üzeredir. Ve çevresindeki herkes de onun gibi yalnız olmalı ki, bulunduğu yeri böyle adlandırıyor. Başka bir yoruma göreyse, bütün bunlar, dinleyenin ilk seferinde 'etkilenmesi için' laf olsun diye söylenmiş, üzerinde fazla düşünülmesi gerekmeyen sözlerdir. Değil mi ki Mazhar bulunduğu yerde 'kelimelerin birer varsayım' olduğundan dem vurmaktadır, varsaymışsınız yok saymışsınız pek farketmez!
Evet, yavaş yavaş Mazhar'ın ruh haletini çözümlüyoruz. Kızgınlıkları vardır ve kızgınlıklar onu evden sokağa 'zorlamış'tır. Kızdığı için evi terketmiştir. (Neye kızdığını birazdan anlayacağız) Arkadaşlar, Türkçe'de "gurbanım" diye bir sözcük yoktur!
Kendi kendine konuştuğunu nereden anlıyoruz?
Haa, işte anladık adamın derdini: Adamın karısı ve çocukları vardır. Kağıt, kalem ve gitarı da hayatında ailesi kadar önemli yer tutmaktaymış. O kadar ki, bu saydıkları için ne çilelere dayanmış, ne dertler çekmiş... Ama tabii mazbut aile ortamı ve 'yaratıcı sanatçılık' aynı anda bulunmaz!
"Ben bir sanatçıyım, benim yaratım sürecime karışma!" diye zirzopluk yapacak olursanız en sonunda karınız sizi evden sepetler. Karısı "Yürü git ananın evine! Senle mi uğraşıcam ben yaa? Çoluk çocuk canıma tak etmiş zaten.." diye bağırırak Mazhar'ı kapı dışarı etmiştir aynen. Şimdi Mazhar, Haydarpaşa garında kendisini anaevine götürecek bir tren mi beklemektedir acaba? Merak ederiz hep birlikte...
Son kuplede bir 'aile çay bahçesi' lafı var. Arkadaşlar, Türkiye'de bir zamanlar 'aile çay bahçeleri' vardı ki özellikle taşrada ailecek gidilen sayılı yerlerdi. (Ötekiler de lokantaların aile salonları) Kadınların sosyal hayata katılabildikleri ender yerlerdi yani.. Yoksa zor işti taşrada hem mutlu ve mazbut bir aile olacaksınız hem de dışarılara çıkacaksınız.. İşte Mazhar burada o günlerin ailevi denge ve huzur ortamının değerini bilemediğinden yakınıyor 'aile çay bahçeleri' metaforuyla. Gecelerden radyasyon bulutları geçmesinde ise derin telmihler aramanıza hiç gerek yok!
Dünya tarihindeki en büyük çevre felaketlerinden biridir! Sonradan havaya karışan radyasyon, bulutlar ve rüzgarlar yardımıyla çevre ülkelere kadar yayıldı. Tabii Türkiye de bundan nasibini aldı ki bu konu o zamanki politik ve sosyal gündemin başına oturmuştu. "Hükümet sınırlarda önlem alsın, radyasyonu içeri sokmasın.." diyenler bile çıkmıştı. Türk halkı bu konuda çok geyik muhabbetleri ve espriler de yaptı. İşte söz konusu şarkının yazıldığı zamanlarda Mazhar da bundan o kadar etkilenmiş olmalı ki şarkıya 'fantastik korku ve gerilim' unsuru koyarmış gibi yapıp aslında dinleyicisiyle dalgasını geçmektedir. Bu kadar derin sosyolojik, tarihi ve edebi analizler okumaya Gondorluların sabrı yeter miydi bilmiyorum ama buraya kadar beni takip etme zahmetine katlanan siz sabırlı okurlarıma çok teşekkürler ediyorum.
|
|
Tweets by Eskinin_Adami |