Cem Karaca - Tamirci Çırağı (1975)
Biz kimin için yazıyoruz? Bu satırlar kaleme alınırken veya klavyede tıkırdatılırken ne türden insanların okuyacağı umudunu taşıyoruz?
Bu soruların yanıtı muğlaktır. Yazar adamın keyfine ve kişiliğine göre değişir.
Ama ben kendi adıma bu yazıyı kimlerin okumasını istemediğimi söyleyebilirim:
Espri yeteneğinden yoksun olanlar,
Müzikten anlamayan kazmalar
ve Türk müzik tarihini bilmeyen safoşlar...
Siz benim yazılarımı okumayın arkadaş!
Yaşı daha yirmi bile olmamış tüysüz kardeşlerime gelince...
Siz beni okumaya ve kendinizi geliştirmeye devam edin. Ama sakın ola bana e.mail atıp "O şarkıda anlatılan şu değil, budur..." diye cahil cahil yorumlar yapmayın. Kendinizi cümle aleme soytarı etmeyin!
Siz daha babanızın kamışından ilk hayat yolculuğunuza çıkmadan önce ben bu şarkıları dinliyor, bilenlere danışıyor ve harıl harıl yerli-yabancı müzik dergilerini takip ediyordum.
Şimdiki tıfılların hiç biri bilmez, eskilerin çoğu da yalan yanlış hatırlar...
Türkiye 1970'leri yaşarken herşey politize olmuş durumdaydı. Alışveriş yaptığınız bakkal, gittiğiniz kahvehane, selam verdiğiniz komşunuz, okuduğunuz gazete ve tabii ki dinlediğiniz şarkıcı... Hepsi sizin kimliğinizi tanımlayan unsurlardı. Sizin hangi politik görüşe sahip olduğunuz bunlara bakılarak anlaşılırdı.
Kendi kendiniz olma hakkınız yoktu: Bir politik görüşünüz olması gerekiyordu ve hayatınızın geri kalan kısmını da bu politik görüş şekillendiriyordu.
12 Eylül 1980'den sonra gelen askeri yönetimin kitleleri ve özellikle 'gençliği' depolitize ettiği söylenir durulur. Hatta bugün yaşanan olumsuzlukların hepsini o depolitizasyon sürecine bağlama eğilimi vardır. Bu ağır depolitizasyon sürecinin aslında ne kadar acı ve yoğun bir politizasyon sürecinden sonra geldiği ve buna toplumsal bir tepki olduğunu pek az kişi hatırlıyor.
1970'li yılların o karanlık ve dağdağalı zamanlarında sanat da politize olmuştu. Sanatsal estetik ikinci planda kalmıştı. Hatta 'estetik' kavramının 'burjuva şekilciliği' olduğunu iddia edecek kadar kafayı sıyırmış adamlarla doluydu Türkiye.
O dönemlerde Cem Karaca kendine solcu bir söylem tutturmuş bir şarkıcıydı. Benzersiz bir ses ve yorumu vardı. O dönemin sol ideolojilerinde kullanılan terminoloji ve anahtar kelimeleri çok ustaca kullanıyordu. Mesela Parka şarkısı buna iyi bir örnektir.
(Hayır yavrum, oyun parkı değil bu.. Yağmurlukla palto arası bir çeşit kışlık giysidir, diyeyim siz anlayın..) Onun o zamanki dinleyici kitlesi, onun müziğinden çok siyasi söylemine saygı duyuyordu sanırım. 1987'de yıllardır uzak kaldığı Türkiye'ye geri döndüğünde eski arkadaşları artık ona 'Dönek' diyorlardı. Çünkü geri dönebilmek için Başbakan Tugut Özal'la Almanya'da görüşmüş ve onun himmetiyle Türkiye'ye dönebilmişti. Solcu arkadaşları bunu asla affetmediler.
(Melike Demirağ ile Şanar Yurdatapan'ın adlarına mim koyun! Türkiye'ye dönüş şeklini beğenmedikleri için Cem Karaca'ya DÖNEK diyen bu iki insan da o sıralarda Almanya'da kaçak durumundaydılar.. Ve ilerleyen yıllarda her ikisi de Cem Karaca gibi 'döneceklerdi'.) Kendi payıma konuşmam gerekirse, Namus Belası adlı şarkıda töre cinayetlerini kutsayan bir şarkıcının nasıl olup da 'solcu veya hümanist olduğunu' iddia edebildiğine hayret ediyorum.
(Ah evet, sevgili tıfıllar.. O tarihlerde kendilerine devrimci diyen ve kendilerinin insan sevgisiyle dopdolu olduğunu iddia eden bir takım solcular "En doğrusunu halk bilir.. Halka inmek gerekir.." diyorlar ve bu bağlamda 'Tecavüze uğradığı için namusu kirlenmiş olduğu kabul edilen genç kızların kendi aileleri tarafından katledilmelerini' halkın sağduyulu davranışı olarak kabul ediyorlardı. Cem Karaca da şarkısında "Namus belasına kıydığımız can bizim.." diyerek bunu mazur gösteren bir söylem benimsiyordu)
1987'de Türkiye'ye döndükten sonra Cem Karaca "eski ideolojik angajmanlarından vazgeçtiğini" açıkladığında eski hayran kitlesi onu terkedivermişti.
1990'ların başından itibaren Türkiye'de pop müzik patlaması yaşanmaya başladığında ise -belki de eski hayran kitlesini kaybetmiş olmanın verdiği kıskançlıkla- "Yeni şarkıların çoğunun sözlerinin saçmasapan olduğunu oysa kendi şarkılarında ortaokul birinci sınıfı bitirmiş birinin anlayamayacağı saçmalıkta hiç bir söz bulunamayacağını" söyledi. Bunu söylediği talk-show programını bizzat seyrettim. Her ne kadar vardığı ilk yargı doğru olsa da (yeni şarkıların çoğunun sözleri sığ ve saçmaydı hakikaten) ikinci söylediği doğru değildi:
"Hanimini hüppen dezigi banna rap rap
Tefeşle kayyuş illede kıtmir rap rap"
diye şarkı sözü yazıp söyleyen kişi bizzat kendisiydi çünkü. Cem Karaca'yı eleştirmek gerekirse, ona 'dönek' demek yerine, belki de bu çelişkilerden bahsedilmeliydi. 1980'lerin sonlarından itibaren Cem Karaca artık hep küskün ve kırgın bir insan olarak yaşadı.
TAMİRCİ ÇIRAĞI
Gönlüme bir ateş düştü yanar ha yanar, yanar
Ümit gönlümün ekmeği umar ha umar, umar
Elleri ak yumuk yumuk, ojeli tırnakları
Nerelere gizlesin şu avcum nasırları? Otomobili tamire geldi dün bizim tamirhaneye
Görür görmez vurularak başladım ben sevmeye
Ayağında uzun etek, dalga dalga saçları
Ustam seslendi uzaktan "Oğlum al takımları.." Bir romanda okumuştum buna benzer bir şeyi
Cildi parlak kağıt kaplı, pahalı bir kitaptı
Ne olmuş nasıl olmuşsa aşık olmuştu genç kız
Yine böyle bir durumda tamirci çırağına Ustama dedim ki "Bugün giymeyim tulumları.."
Arkası kuşlu aynamda taradım saçlarımı
Gelecekti bugün geri arabayı almaya
O romandaki hayali belki gerçek yapmaya Durdu zaman, durdu dünya; girdi içeri kapıdan
Öylece bakakaldım gözümü ayırmadan..
Arabanın kapısını açtım, açtım girsin içeri
Kalktı hilal kaşları, sordu "Kim bu serseri?" Çekti gitti arabayla, egzozuna boğuldum
Gözümde tomurcuk yaşlar, ağır ağır doğruldum
Ustam geldi sırtıma vurdu unut dedi romanları
İşçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları | Tamirci Çırağı şarkısı, basit gibi görünen ama mesaj dolu bir öykü anlatmaktadır.
Bir gün önce otomobilini tamirhaneye getiren genç bir kadına aşık olan tamirci çırağı, kızın arabasını geri almaya gelmesini beklemektedir.
Belki de kendisini kıza beğendirebileceği umuduyla işçi tulumunu çıkartır ve saçlarını tarayarak hazırlık yapar. Çünkü daha önce okuduğu bir aşk romanında benzer bir durum vardır.
Kız geldiğindeyse, kibarlık ederek arabanın kapısını açar içeri girsin diye. Oysa 'daha iyi bir insan gibi görünmek adına' tulumlarını çıkardığında, işçi kimliğinden sıyrılmıştır sıyrılmasına ama kız ona baktığında 'bir serseri' görecektir yalnızca...
Kız çekip gittiğinde tamirci çırağını gerçeğe davet etmek ustasına kalacaktır gene:
"Sen işçisin. En iyisi senin işçi olarak kalmandır. Tulumlarını giy -ki senin kim olduğunu tanımlayan ve gösteren şey senin tulumlarındır- ve çalışmana dön!.."
Burada anlatılan şeyin kaderci bir yaklaşım olduğunu düşünmeyin sakın! Verilen mesaj, o yılların solcu ideolojisi içinde "Renkli romanlarda anlatılan yalanlara inanıp da küçük burjuva özlemlerine kapılmayın! Yoksa kimliğinizi ve tarihsel (devrimci) misyonunuzu kaybedersiniz.." şeklinde ifadesini bulan mesajdır.
"Burjuva nedir? Bunun büyüğü nasıl oluyor? Küçüğü kaç santim çeker?" şeklinde sorularınızı bana sormayın sakın! Kırmayın kalbimi cehaletinizle!
|
|